16 Ekim 2012 Salı


  Davranışçı kuramlar öğrenme kavramını"uyarıcılarla davranışlar arasında bir bağ kurma süreci" olarak tanımlamıştır ve öğrenmenin kalıcı bir duruma gelebilmesi için uyarıcılar ile uyarıcılara karşı yapılan davranışlar arasında oluşan bağın güçlenmesi gerektiğini belirtmişlerdir.Davranışçı kuramlar genellikle öğrenilmiş fiziki davranışlar üzerine temellenmektedir.Örneğin; bireyin gözüne şiddetli bir ışık geldiğinde göz kapaklarını hemen kapatması davranışçı kuramlar ile açıklanabilecek bir öğrenmeyi betimlemektedir.


Davranışçı Kuramda Temel Kavramlar 


Uyarıcı: Organizmayı harekete geçiren iç ve dış olaylardır.Duyduğumuz bir ses, gördüğümüz bir ışık, resim, ağaç, aldığımız bir tat birey için uyarıcıdır.

Tepki: Bir uyarıcı karşısında organizmada meydana gelen fizyolojik ya da psikolojik değişmelerdir.

Davranış: Davranımların bir araya gelmesiyle oluşan eylem davranış olarak nitelendirilir.


Davranışçı Kuram


  Davranışçılara göre objektif tekniklerle gözlenebilen sadece çevresel uyarıcılara, insanların bu uyaranlara karşılık gösterdikleri tepkilerdir. Davranışçılar, gözlem ve deney yöntemini kullanırlar. Davranışçılar, organizma ve çevre ilişkilerinin insan ve hayvanlarda birbirinin aynı olduğu söylerler. Bundan dolayı hayvanlar üzerinde psikolojik araştırmalar yapmışlardır. Örneğin; Pavlov koşullu öğrenme deneylerini köpekler üzerinde yapmıştır.

  Bu yaklaşıma göre öğrenmede koşullanma süreçleri önemli bir yere sahiptir. Sonrasında ise öğrenilen davranışlar güdeleyici özellik kazanır. Davranışçılara göre güdüler, şartlanma ve modelden öğrenme ile öğrenilir. Bu yaklaşıma göre güdülenmede esas olan dışsal güdülenmedir.

  Davranışçı öğrenme kuramları; aç bırakılmış yada bir labirente kapatılmış hayvanlar üzerinde yapılan deneylere dayanmaktadır. Bu deneylerin çoğunda ilgili uyarana doğru tepkiyi gösteren hayvanlar içinde bulundukları zor durumdan kurtulmakta ve gösterdikleri tepki pekiştirilmekteydi. Bir başka deyişle bir daha ki sefere o uyaran karşısında o tepkiyi gösterme olasılığı artmaktaydı. Uzun yıllar insan öğrenmesi de bu yaklaşıma göre açıklanmıştır.

  Davranışçılık anlayışına göre öğrenme, uyaran-tepki bağının oluşması ve bu bağın pekiştireçlerle güçlendirilmesi süreci olarak ele alınmaktaydı. Bu yaklaşımın en büyük eksiği yalnızca öğrencinin edimi üzerinde durması, edimin nedenleri, uyaran-tepki bağı oluşurken olup bitenler üzerinde durulmamasıydı. Davranışçılar öğrenmenin gözlenemeyen kısmı ile ilgilenmiyordu. Öğrencinin anlayıp anlamadığı da pek dikkate alınmıyordu. Buna göre, öğreticiler öğrencinin neyi, ne zaman ve nasıl öğreneceğine karar verir ve genellikle onların sessiz, pasif durdukları bir süreçte onlara bildiklerini aktarırlardı. Daha sonra yapılan sınavlarda öğrenciden kendisine aktarılanları tekrarlaması istenirdi. Bu yüzden davranışçılık akımı, yüzyılın başından beri aktif öğrenme düşüncesinin yayılmasındaki gecikme nedenidir.

  Davranışçı kuram öğrenmeyi açıklarken öğrencinin zihinsel etkinliklerine pek yer verilmez. Çünkü öğrencinin o andaki düşüncelerini, zihninden geçenleri incelemek mümkün değildir. Bu yüzden öğrenci kapalı bir kutuya benzetilmektedir. Bu yüzden öğrenciye gönderdiğimiz bir uyarıcının dışarıya yansıyan tepkisi incelenmektedir.

Özetle Davranışçı Kuram;

  • Birey, davranışlarını tecrübeyle kazanır.
  • Çevredeki uyarıcılar değiştiği zaman, bireyin davranışları da değişir.
  • İlk tecrübeler, daha sonraki tecrübeleri etkiler.
  • Bireyin tüm davranışları öğrenilmiştir, yine öğrenmeyle değiştirilir.
  • Koşullu öğrenme yöntemleri benimsenmiştir. Sosyal öğrenme kuramından da yararlanılır.
  • Gözlenebilen ve ölçülebilen davranışlar dikkate alınır.
  • Bireyin zihinsel etkinlikleri, ne düşündüğü, nasıl karar verdiği önemli değildir.


Davranışçı Kuramda Öğrenme-Öğretmenin Sınırlılıkları


  • Her tür davranışın öğrenilmesi için geçerli değildir. Örneğin; Matematik, Türkçe, Sosyal, Fen içerikli derslerin öğrenilmesinde etkili değildir. Daha çok sosyal davranışların ve ders çalışma becerilerinin kazanılmasında önemlidir.
  • Bir uyarıcıya geliştirilmesi beklenen davranım, hemen uyarıcı verildikten sonra gözlenemeyebilir. Uyarıcının etkisi daha sonra bir zamanda ortaya çıkabilir.
  • Bireyin verilen bir uyarıcıya gösterdiği davranış, o uyarıcıyla doğrudan ilgili olmayabilir. Başka bir uyarıcının etkisi ile gösterilmiş olabilir.
  • Yapay olarak oluşturulmuş pekiştireçler, öğrenciyi dışa bağımlı kılabilir. İçsel güdülenmeyi zayıflatabilir.


Davranışçı Kuramın Sınıf Ortamından Uygulanması 

İle İlgili Yapılması Gerekenler


  • Olumlu atmosfer sağlanması
  • Soru sormada dikkat edilecek hususlar
  • Sınıf Önünde Konuşma
  • Yanlış Şartlanmalara Dikkat Etme
  • Davranış-Şartlanma İlişkisi
  • İpucu Verme 
  • Genel Bildirim
  • Genelleme Ayırt Etme
  • Farklı Öğretim Yöntemlerinden Yararlanma
  • Pekiştirme ve Cezanın Kullanımı
  • Gözleyerek Öğrenme

Ivan Pavlov ve Klasik Koşullanma


  Birçoğumuz şimşek çaktığında, ya da beklenmedik bir çığlık duyduğumuzda yerimizden sıçrarız. Bu davranış bir tehlike karşısında olduğumuz düşüncesinden doğmamakta, doğrudan oluşmaktadır. Düşünmek için zaman da yoktur zaten.Nefes borumuza küçük bir yemek kırıntısı kaçtığında öksürmeye, üşüdüğümüzde titremeye başlarız.
  
  İstenç dışı oluşan bu tür davranışlara refleks denir. Yeni doğan çocuğun ağlaması tipik bir reflekstir; herhangi bir öğrenme ya da koşullanma gerektirmez. Refleks, insana özgü bir davranış değildir; daha çok hayvanların sergilediği doğal bir tepkidir. Davranışlarımızın küçük bir bölümünü kapsayan doğal tepkilerimizi değiştiremeyiz. Oysa sosyal ilişkiler içinde kazandığımız davranışlarımızın genellikle basit bir "etki - tepki" içinde kaldığı söylenemez; bunlar arasında refleks görünümünde olanlar bile değişime açıktır. 

  Yiyeceklerin sindirilmesinde salyanın rolünü inceleyen Rus Fizyoloğu Pavlov, deneylerini daha çok köpekler üzerinde yapmıştır. Pavlov köpeklerin yalnız yiyecek verildiği zaman değil, boş yemek tabağını gördüklerinde hatta yemeği getiren kişinin ayak seslerini duyduklarında da salya çıkardıklarını görmüştür. Böylece doğal tepkilerin koşullandırılabileceğini ve zamanla tarafsız uyaranlarla oluşturulabileceğini keşfetmiştir.

  Koşullanmayı çözmeye yönelik ikinci aşamada, zil çaldığı halde yiyecek verilmez; beklenti giderek zayıflamaya yüz tutar; sonunda zil sesi etkisini yitirir, koşullanma kırılır. Zil sesine karşın hayvanda refleks görülmez olur. Bu, hayvanlarda da koşullanmış davranışın doğal reflekse dönüşmediği anlamına gelmektedir.

  Köpeğin bu şekilde koşullanmasını üç aşamalı olarak şöyle gösterebiliriz.

1) Koşullandırmadan önce Yiyecek (DU) Salya (DT)
2) Koşullandırma sırasında Zil sesi (KU) +Yiyecek (DU) Salya(DT)
3) Koşullanmadan sonra Zil sesi (KU) Salya (KT)


  Kısaca, Klasik koşullanma kuramına göre öğrenme süreci etki (uyarıcı) ve refleks tepkiler arasında çağrışımlar kurmaya dayanır. Buna göre, öğrenmeden önceki durum denetim altına alındığı takdirde öğrenme gerçekleşir ve istenilen davranışlar kazandırılabilir.




Koşullanmada Temel Kavramlar


Nötr Uyarıcı: Bir tepkiye yol açmayan uyarıcıdır.

Koşulsuz Uyarıcı: Koşulsuz uyarıcılar, her zaman aynı tepkisel davranımı uyandıran uyarıcılardır.

Koşullu Tepki: Şartlandırma işleminden sonra koşullu uyarıcının meydana getirdiği tepkidir.


Klasik Koşullanmanın Temel Kavramları 


1.Genelleme: Bireyin şartlı uyarıcılar veya bunlara benzer uyarıcılar karşısında, derece derece koşullu tepkiler yapabilme gücünü kazanmasıdır. Örneğin; Pavlov’un köpekleri özel bir zile koşullandırıldıkları halde, ayrı tonda herhangi bir zil sesi duyduklarında hemen salgı yapmaya başlıyorlardı. İnsanlarda da durum böyledir. Bebek bıyıklı bir adam tarafından korkutulmuş ise daha sonra gördüğü tüm bıyıklı adamlardan korkabilir.

2.Ayırt etme: Genellemenin tersidir. Organizmanın koşullanma sürecinde kullanılan koşullu uyarıcıyı diğerlerinden ayırt ederek tepkide bulunmasıdır. Ayırt etme insanlar için değer taşır.


3.Sönme: Klasik koşullanma yoluyla kazanılan davranışlar koşullu uyarıcı-koşulsuz uyarıcı bitişikliği ortadan kaldırıldığı zaman giderek azalır ve kaybolur. Buna davranışın sönmesi denir.


4.Kendiliğinden Geri Gelme: Şartsız uyarıcılar ya da onu çağrıştıran bir uyarıcı zamanla tekrar verildiğinde şartlı tepki yenide ortaya çıkar. Sönen davranışın ya da sönen şartlı tepkinin bu şekilde yeniden ortaya çıkmasına kendiliğinden geri gelme denir.


5.Bitişiklik: Koşullu ve koşulsuz uyarıcıların art arda verilmesi durumuna bitişiklik adı verilmektedir. Koşullanma sürecinde, koşullu ve koşulsuz uyarıcının ne kadar ara ile verilmesine (bitişiklik) ek olarak, koşullu uyarıcının geldiğini ya da sonlandığını haber verici nitelikte sunulması da gereklidir.


6.Habercilik : Egger ve Miller (1962, 1963) yaptıkları deneylerinde klasik koşullanmanın meydana gelebilmesi için koşullu uyarıcının, kendisinden sonra koşulsuz uyarıcının geleceğine ilişkin haber verici nitelikte olması gerektiğini ortaya koymuşlardır. Yani koşullu uyarıcı(ses) önce, koşulsuz uyarıcı sonra verildiğinde koşullanma meydana gelmektedir. Ses etin geleceğinin habercisi olmakta; böylece köpeği sese koşullamak kolaylaşmaktadır. Aksi durumda ise, koşulsuz uyarıcı (et) önce, koşullu uyarıcı (ses) sonra verildiğinde koşullama ya çok zor meydana gelmekte ya da hiç oluşmamaktadır.


7.Birden Fazla Uyarıcıya Koşullama: Koşullu uyarıcı ve koşulsuz uyarıcı birçok kez birlikte verilerek koşulsuz uyarıcının meydana getirdiği etkiyi, koşullu uyarıcının da oluşturması sağlanır. 


8.Gölgeleme: İki koşullu uyarı birlikte verildiğinde ise, koşullama daha çok dikkati çeken uyarıcıya karşı meydana gelmektedir, diğeri ise etkisiz kalmaktadır. Bu duruma gölgeleme adı verilmektedir.


9.Pekiştirme: Klasik koşullanma da pekiştirme, koşulsuz uyarıcının meydana getirdiği etkidir. Koşulsuz uyarıcı pekiştireç rolü görmektedir.


10.Öğrenilmiş Çaresizlik: Seligman, bazı klasik koşullama deneylerini analiz etmiş ve klasik koşullanma deneylerinde organizmanın çaresiz olduğunu ve çaresizliği öğrendiğini ileri sürmüştür.Organizma ne kadar çaba harcarsa harcasın durumu değiştiremeyeceğini öğrenerek pasif kal-makta ve bu pasifliği de tüm istenmeyen durumlara genellemektedir.



Okul Öğretiminde Klasik Koşullanmanın Önemi


  Öğrencilerin okulla ilgili duyuşsal özelliklerinin oluşmasında da klasik koşullanma rol oynayabilir. Bazı öğrencilerin okula, öğretmene ya da belli bir derse yönelik kaygıları ve yersiz korkuları olduğu gözlenmektedir. Bunlara okul içi ve dışı yaşantıları sırasında meydana gelen koşullanmalar neden olmuş olabilir. Örneğin; öğreniminin ilk yıllarında matematik öğretmenini sevmeyen bir öğrenci, öğretmeni değiştikten sonra da bu dersi sevmemeye devam edebilir. Okulda arkadaşı ile kavga eden bir öğrenci okula gitmek istemeyebilir. Bu örneklerden birincisinde öğrencinin asıl olumsuz tepki gösterdiği obje öğretmen olmasına rağmen, öğrenci matematik dersi ile öğretmenini birleştirmiş ve öğretmenine karşı duyduğu duyguları derse karşı da duymaya başlamıştır. İkinci örnekte ise öğrencinin olumsuz tepkisi kavga ettiği arkadaşına yönelik olduğu halde, olay okulda meydana geldiği için okula gitmek istememektedir.


John Broadus Watson ve Bitişiklik Kuramı 


  Watson'a göre, doğa bilimlerinde olduğu gibi psikolojide de yalnız somut ve gözlenebilir davranışlar ölçülebilir. Zihin ya da bilinç nesnel bir konu değildir ve bu nedenle bilimsel yöntemlerle incelenemez. Dolayısı ile psikolojinin uğraşı alanı herkes tarafından görülebilen davranışlar olmalıdır. Ona göre, konuşma boğaz kaslarının hareketleri, düşünme sessiz konuşma, duygulanma ise organlardaki kas eylemleridir. Watson insanların içgüdülerle, zihinsel yetenek ve eğilimlerle dünyaya gelmediklerini, dolayısı ile de, davranışların gerisinde bu tür özelliklerinin bulunmadığını ileri sürer. Ona göre, davranışlar koşullanma yolu ile öğrenilir. John Watson, eğer köpek koşullanabiliyorsa insanda koşullanabilir düşüncesiyle yola çıkmış ve arkadaşı Rayner ile 10 aylık Albert isimli bir bebek üzerinde çalışmışlardır. Çocuğa beyaz bir fare göstermişler ve o anda yüksek gürültü çıkarmışlar. Bir süre sonra çocuk fareyi görür görmez ağlamaya başlamıştır. Bu şekilde bebeğe koşullanma yoluyla korku tepkisi kazandırılmıştır. Daha sonra Albert uyarıcı genellemesi sonucunda fareye benzer her şeyden, beyaz sakaldan, annesinin giydiği kürkten, pamuktan korkmaya başlamıştır.

a)Bağ ilkesi
  Bu ilkeye göre karmaşık ya da becerili davranışı oluşturan koşullu uyaranla tepki arasında bir bağın oluşması ve bunun zincirleme olarak sürmesidir. Bundan dolayı koşullanmış bir dizi uyarıcı-tepki bağları zinciri oluşmuş olur.

b)Sıklık ilkesi
  Belirli bir uyarıcıya karşı daha sık gösterilen bir tepkinin, aynı uyarıcı ile karşılaşıldığında gösterilme olasılığının daha fazla olmasıdır.
Watson öğrenmede pekiştirme ya da ödüllendirmeden söz etmemiştir.
Watson’a göre bir uyarıcıya verilecek tepki, o uyarıcıya karşı en son yapılmış ve en sık tekrarlanmış tepkidir. Örneğin okulda matematik problemi çözmekten zevk almayan bir öğrenci, karşılaştığı benzer bir başka matematik problemini çözmekten hoşlanmamaktadır.

c)Yenilik ilkesi 
  Belirli bir uyarıcıya karşı yapılan en son davranışın, uyarıcı tekrar edildiği zaman, ortaya çıkma olasılığının daha yüksek olmasıdır. Watson'a göre, her tür öğrenmeyi bu ilkelerle açıklamak olanaklıdır. Ancak Watson'un becerileri koşullu reflekslerin ürünü olarak görmesi kurumsal düşüncelerine yöneltilen temel eleştirilerden birini oluşturmaktadır. Watson, duygusal tepkilerin öğrenilmesi ile de öğrenilmiştir. Ona göre korku, öfke ve sevgi olmak üzere doğuştan gelen üç temel duygusal tepki kalıbı vardır. Akılcı olmayan korkular koşullanma ile ortaya çıkar.

Özetlersek Watson;

  • Davranışçı kuramın kurucusu olarak bilinir. 
  • Öğrenmeyi uyarıcı-tepki bitişikliği olarak açıklamıştır. 
  • Öğrenmeyi biliş yerine davranışla açıklamıştır. 
  • Gözlenebilir davranışlar üzerinde durmuştur. 
  • Bütün davranışların koşullanma yolu ile kazanılabileceğini savunur.


Watson'nun Öğrenmeye İle İlgili Görüşleri

  • Klasik koşullanmayı, insanın refleksif olmayan karmaşık davranışlarının öğretilmesinde kullanılabilecek temel bir yapı olarak görmüştür.
  • Watson aslında, klasik koşullanmayı meydana gelmiş olan korkuları yok etmek amacıyla kullanmak istemiştir. 


Watson'un Öğrenmeye İlişkin Görüşlerinin Eğitim Açısından Doğruları


  • Watson’un eğitime getirdiği katkı kısaca katı bir çevreci olarak gerekli çevre düzenlemelerinin yapılması, uygun uyarıcıların verilmesi ile çocuklara istenilen niteliklerinin kazandırılabileceği görüşünün temellerini atmıştır. 
  • Öğrenmede, istenilen davranışların kazandırılmasında tekrarın önemini benimsemiştir.
  • Watson’a göre öğrenme, koşullu ve koşulsuz uyarıcıların birbirine çok yakın zamanlarda verildiğinde meydana gelmektedir. Bunlar ne kadar sık verilirse aralarındaki ilişki o kadar güçlenmektedir.
  • Watson öğrenmede bitişiklik ve sıklık ilkelerini kabul etmekte fakat pekiştirmenin gereğine inanmamaktadır.


Skinner ve Programlı Öğretim



  Temelinde öğretimin bireyselleştirilmesi vardır. Skinner Programlı öğretimin kurucusudur. Programlı öğretim Skinner’in pekiştirme ile ilgili ilkelerinden hareketle ortaya çıkmış bireysel öğretim tekniğidir. Skinner yaptığı öğrenme deneylerinde ödülü “pekiştirici” olarak kullanmıştır. Skinner’e göre öğretim tesadüfi olmamalıdır.
  
  Skinner bu tekniği, tüm dünya ülkelerini etkileyen öğrenci sayısının artışı ve öğretmen yokluğu sorunlarının bir çözümü olarak sunmuştur.
  
  Programlı öğretim öğrencinin öğrenme sürecine etkin katılmasını, bireysel öğrenme hızına göre ilerleme kaydetmesini ve öğrenme sonucunun anında kontrol edilmesini sağlayan bir öğretim tekniğidir.  
  
  Özelikle bilgisayar destekli öğretim ortamında farklı özellikleri ile uygulanmaktadır. Bu yöntem günümüzde programlı öğretimde iki önemli program çeşidi dikkati çekmektedir. Bunlardan birincisi doğrusal model diğeri ise dallara ayrılan program modelidir.

Doğrusal Model

  Skinner ‘in öğrenmeye ilişkin şartlanma kuramının uygulamaya konmasında bir araçtır. Bu program modelinde öğrenciye kazandırılacak içerik ‘madde’ diye adlandırılan ‘küçük bilgi ünitelerine’ ayrılarak sunulmaktadır.

  Maddede öğrenciye önce bilgi sunulmakta kontrol edilip doğru ise bir sonraki maddeye geçilmektedir.

  Programlı basamağı oluşturan her madde genellikle belli öğelerden oluşmaktadır. Bunlar;
Bilgi bilginin öğrenilip öğrenilmediğini kontrol etmek amacıyla konulmuş bulunan soru ve cevabın yazılacağı yer, cevap yazıldıktan sonra öğrencinin ne yapacağını bildiren yönergedir.

Dallara Ayrılan Program Modeli

  Kayıp verilmeksizin ve başarısız olunmadan verimin artırılabileceği üzerinde durmaktadır. Programın temel özelliği verilen cevaba göre değişik yönlere gidebilmesidir.

  Yani; öğrenciye kazandırılacak içerik maddeler bilgi bilginin öğrenilip öğrenilmediğine ilişkin soru ve soruya ilişkin cevap seçeneği öğelerinden oluşmaktadır. Eğer soruya doğru yanıt verilmişse bir sonraki bilgiye, yanlış cevap verilmişse tekrardan bilgilendirici metine yönlendirilir. Öğretilecek bilgiler bu şekilde öğretilene kadar bu işlemler devam eder.





Skinner’in Pekiştirme İlkeleri


1- Küçük adımlar ilkesi: Bilgi üniteleri, adım adım öğrenciyi ilerlemeye yöneltecek bir şekilde düzenlenmelidir. Bu adımlar bir ünitenin öğrenilecek en küçük birimini oluşturmalıdır.

2- Etkin Katılım İlkesi: Her bilgi ünitesi bir ilerleme aşaması oluşturmaktadır. Bu aşamada bir alıştırma veya bir soru bulunmaktadır. Soru, verilen bilginin kazanılıp, kazanılmadığını yoklamadan başka bilgiyi edinmede ve özümlemede de bir araç olmaktadır. Böylece soru bir işlemi, bir eylemi başlatmakta yani öğrenme olayını sağlamaktadır. Öğrenme işi öğrencinin kendisi tarafından yapılmaktadır. Böylece öğrencinin etkin katılımı sağlanmaktadır.

3- Başarı ilkesi: Öğrenciler hep başarmak zorundadır. Sorular da öğrencilerin başarabileceği güçlük düzeyinde olmalıdır. Güçlüğü aşmak bir sonraki öğrenmeler için gerekli olan güdüyü oluşturmaktır.

4- Anında düzeltme ilkesi: Öğrenci soruyu cevapladıktan sonra doğru cevapla karşılaştırmakta böylece kendi kendini kontrol etmekte ve düzeltme de hemen yapılmış olmaktadır. Anında kontrol pekiştirmenin temel öğesidir.

5- Dereceli ilerleme ilkesi: İlerleme, aşamalı ve mantıklı olmalıdır. Yapılacak işlemlerin düzeyi basitten karmaşığa, bilinenden bilinmeyene, kolaydan zora doğru olmalıdır.

6- Bireysel hız ilkesi: Öğrenci, zamanı kendine uygun olarak ayarlamaktadır. Başarısızlık veya sınıfta kalma söz konusu değildir. Böylece sınıf ortamında öğrenciler arasında düzey farklılığının yarattığı olumsuzluklar da ortadan kaldırılmak istenmektedir. Sınıf geçmede belirli süre kuralı da geçersiz olmaktadır.