Davranışçı Kuramda Temel Kavramlar
Uyarıcı: Organizmayı harekete geçiren iç ve dış
olaylardır.Duyduğumuz bir ses, gördüğümüz bir ışık, resim, ağaç, aldığımız bir
tat birey için uyarıcıdır.
Tepki: Bir uyarıcı karşısında organizmada meydana gelen
fizyolojik ya da psikolojik değişmelerdir.
Davranış: Davranımların bir araya gelmesiyle oluşan eylem
davranış olarak nitelendirilir.
Davranışçı Kuram
Davranışçılara göre
objektif tekniklerle gözlenebilen sadece çevresel uyarıcılara, insanların bu
uyaranlara karşılık gösterdikleri tepkilerdir. Davranışçılar, gözlem ve deney
yöntemini kullanırlar. Davranışçılar, organizma ve çevre ilişkilerinin insan ve
hayvanlarda birbirinin aynı olduğu söylerler. Bundan dolayı hayvanlar üzerinde
psikolojik araştırmalar yapmışlardır. Örneğin; Pavlov koşullu öğrenme
deneylerini köpekler üzerinde yapmıştır.
Bu yaklaşıma göre
öğrenmede koşullanma süreçleri önemli bir yere sahiptir. Sonrasında ise
öğrenilen davranışlar güdeleyici özellik kazanır. Davranışçılara göre güdüler,
şartlanma ve modelden öğrenme ile öğrenilir. Bu yaklaşıma göre güdülenmede esas
olan dışsal güdülenmedir.
Davranışçı öğrenme
kuramları; aç bırakılmış yada bir labirente kapatılmış hayvanlar üzerinde
yapılan deneylere dayanmaktadır. Bu deneylerin çoğunda ilgili uyarana doğru
tepkiyi gösteren hayvanlar içinde bulundukları zor durumdan kurtulmakta ve
gösterdikleri tepki pekiştirilmekteydi. Bir başka deyişle bir daha ki sefere o
uyaran karşısında o tepkiyi gösterme olasılığı artmaktaydı. Uzun yıllar insan
öğrenmesi de bu yaklaşıma göre açıklanmıştır.
Davranışçılık
anlayışına göre öğrenme, uyaran-tepki bağının oluşması ve bu bağın
pekiştireçlerle güçlendirilmesi süreci olarak ele alınmaktaydı. Bu yaklaşımın
en büyük eksiği yalnızca öğrencinin edimi üzerinde durması, edimin nedenleri,
uyaran-tepki bağı oluşurken olup bitenler üzerinde durulmamasıydı.
Davranışçılar öğrenmenin gözlenemeyen kısmı ile ilgilenmiyordu. Öğrencinin
anlayıp anlamadığı da pek dikkate alınmıyordu. Buna göre, öğreticiler
öğrencinin neyi, ne zaman ve nasıl öğreneceğine karar verir ve genellikle
onların sessiz, pasif durdukları bir süreçte onlara bildiklerini aktarırlardı.
Daha sonra yapılan sınavlarda öğrenciden kendisine aktarılanları tekrarlaması
istenirdi. Bu yüzden davranışçılık akımı, yüzyılın başından beri aktif öğrenme
düşüncesinin yayılmasındaki gecikme nedenidir.
Davranışçı kuram
öğrenmeyi açıklarken öğrencinin zihinsel etkinliklerine pek yer verilmez. Çünkü
öğrencinin o andaki düşüncelerini, zihninden geçenleri incelemek mümkün
değildir. Bu yüzden öğrenci kapalı bir kutuya benzetilmektedir. Bu yüzden
öğrenciye gönderdiğimiz bir uyarıcının dışarıya yansıyan tepkisi
incelenmektedir.
Özetle Davranışçı Kuram;
- Birey, davranışlarını tecrübeyle kazanır.
- Çevredeki uyarıcılar değiştiği zaman, bireyin davranışları da değişir.
- İlk tecrübeler, daha sonraki tecrübeleri etkiler.
- Bireyin tüm davranışları öğrenilmiştir, yine öğrenmeyle değiştirilir.
- Koşullu öğrenme yöntemleri benimsenmiştir. Sosyal öğrenme kuramından da yararlanılır.
- Gözlenebilen ve ölçülebilen davranışlar dikkate alınır.
- Bireyin zihinsel etkinlikleri, ne düşündüğü, nasıl karar verdiği önemli değildir.
Davranışçı Kuramda Öğrenme-Öğretmenin Sınırlılıkları
- Her tür davranışın öğrenilmesi için geçerli değildir. Örneğin; Matematik, Türkçe, Sosyal, Fen içerikli derslerin öğrenilmesinde etkili değildir. Daha çok sosyal davranışların ve ders çalışma becerilerinin kazanılmasında önemlidir.
- Bir uyarıcıya geliştirilmesi beklenen davranım, hemen uyarıcı verildikten sonra gözlenemeyebilir. Uyarıcının etkisi daha sonra bir zamanda ortaya çıkabilir.
- Bireyin verilen bir uyarıcıya gösterdiği davranış, o uyarıcıyla doğrudan ilgili olmayabilir. Başka bir uyarıcının etkisi ile gösterilmiş olabilir.
- Yapay olarak oluşturulmuş pekiştireçler, öğrenciyi dışa bağımlı kılabilir. İçsel güdülenmeyi zayıflatabilir.
Davranışçı Kuramın Sınıf Ortamından Uygulanması
İle İlgili Yapılması Gerekenler
- Olumlu atmosfer sağlanması
- Soru sormada dikkat edilecek hususlar
- Sınıf Önünde Konuşma
- Yanlış Şartlanmalara Dikkat Etme
- Davranış-Şartlanma İlişkisi
- İpucu Verme
- Genel Bildirim
- Genelleme Ayırt Etme
- Farklı Öğretim Yöntemlerinden Yararlanma
- Pekiştirme ve Cezanın Kullanımı
- Gözleyerek Öğrenme
Ivan Pavlov ve Klasik Koşullanma
Birçoğumuz şimşek çaktığında, ya da beklenmedik bir çığlık
duyduğumuzda yerimizden sıçrarız. Bu davranış bir tehlike karşısında olduğumuz
düşüncesinden doğmamakta, doğrudan oluşmaktadır. Düşünmek için zaman da yoktur
zaten.Nefes borumuza küçük bir yemek kırıntısı kaçtığında öksürmeye,
üşüdüğümüzde titremeye başlarız.
İstenç dışı oluşan bu tür davranışlara refleks denir. Yeni
doğan çocuğun ağlaması tipik bir reflekstir; herhangi bir öğrenme ya da
koşullanma gerektirmez. Refleks, insana özgü bir davranış değildir; daha çok
hayvanların sergilediği doğal bir tepkidir. Davranışlarımızın küçük bir
bölümünü kapsayan doğal tepkilerimizi değiştiremeyiz. Oysa sosyal ilişkiler
içinde kazandığımız davranışlarımızın genellikle basit bir "etki -
tepki" içinde kaldığı söylenemez; bunlar arasında refleks görünümünde
olanlar bile değişime açıktır.
Yiyeceklerin sindirilmesinde salyanın rolünü inceleyen Rus
Fizyoloğu Pavlov, deneylerini daha çok köpekler üzerinde yapmıştır. Pavlov
köpeklerin yalnız yiyecek verildiği zaman değil, boş yemek tabağını
gördüklerinde hatta yemeği getiren kişinin ayak seslerini duyduklarında da
salya çıkardıklarını görmüştür. Böylece doğal tepkilerin
koşullandırılabileceğini ve zamanla tarafsız uyaranlarla oluşturulabileceğini
keşfetmiştir.
Koşullanmayı çözmeye yönelik ikinci aşamada, zil
çaldığı halde yiyecek verilmez; beklenti giderek zayıflamaya yüz tutar; sonunda
zil sesi etkisini yitirir, koşullanma kırılır. Zil sesine karşın hayvanda
refleks görülmez olur. Bu, hayvanlarda da koşullanmış davranışın doğal reflekse
dönüşmediği anlamına gelmektedir.
Köpeğin bu şekilde koşullanmasını üç aşamalı olarak şöyle gösterebiliriz.
1) Koşullandırmadan önce Yiyecek (DU) Salya (DT)
2) Koşullandırma sırasında Zil sesi (KU) +Yiyecek (DU) Salya(DT)
3) Koşullanmadan sonra Zil sesi (KU) Salya (KT)
Kısaca, Klasik koşullanma kuramına göre öğrenme süreci etki (uyarıcı) ve refleks tepkiler arasında çağrışımlar kurmaya dayanır. Buna göre, öğrenmeden önceki durum denetim altına alındığı takdirde öğrenme gerçekleşir ve istenilen davranışlar kazandırılabilir.
Köpeğin bu şekilde koşullanmasını üç aşamalı olarak şöyle gösterebiliriz.
1) Koşullandırmadan önce Yiyecek (DU) Salya (DT)
2) Koşullandırma sırasında Zil sesi (KU) +Yiyecek (DU) Salya(DT)
3) Koşullanmadan sonra Zil sesi (KU) Salya (KT)
Kısaca, Klasik koşullanma kuramına göre öğrenme süreci etki (uyarıcı) ve refleks tepkiler arasında çağrışımlar kurmaya dayanır. Buna göre, öğrenmeden önceki durum denetim altına alındığı takdirde öğrenme gerçekleşir ve istenilen davranışlar kazandırılabilir.
Koşullanmada Temel Kavramlar
Nötr Uyarıcı: Bir tepkiye yol açmayan uyarıcıdır.
Koşulsuz Uyarıcı: Koşulsuz uyarıcılar, her zaman aynı
tepkisel davranımı uyandıran uyarıcılardır.
Koşullu Tepki: Şartlandırma işleminden sonra koşullu
uyarıcının meydana getirdiği tepkidir.
Klasik Koşullanmanın Temel Kavramları
1.Genelleme: Bireyin şartlı uyarıcılar veya bunlara
benzer uyarıcılar karşısında, derece derece koşullu tepkiler yapabilme gücünü
kazanmasıdır. Örneğin; Pavlov’un köpekleri özel bir zile koşullandırıldıkları
halde, ayrı tonda herhangi bir zil sesi duyduklarında hemen salgı yapmaya
başlıyorlardı. İnsanlarda da durum böyledir. Bebek bıyıklı bir adam tarafından
korkutulmuş ise daha sonra gördüğü tüm bıyıklı adamlardan korkabilir.
2.Ayırt etme: Genellemenin tersidir. Organizmanın koşullanma sürecinde kullanılan koşullu uyarıcıyı diğerlerinden ayırt ederek tepkide bulunmasıdır. Ayırt etme insanlar için değer taşır.
3.Sönme: Klasik koşullanma yoluyla kazanılan davranışlar koşullu uyarıcı-koşulsuz uyarıcı bitişikliği ortadan kaldırıldığı zaman giderek azalır ve kaybolur. Buna davranışın sönmesi denir.
4.Kendiliğinden Geri Gelme: Şartsız uyarıcılar ya da onu çağrıştıran bir uyarıcı zamanla tekrar verildiğinde şartlı tepki yenide ortaya çıkar. Sönen davranışın ya da sönen şartlı tepkinin bu şekilde yeniden ortaya çıkmasına kendiliğinden geri gelme denir.
5.Bitişiklik: Koşullu ve koşulsuz uyarıcıların art arda verilmesi durumuna bitişiklik adı verilmektedir. Koşullanma sürecinde, koşullu ve koşulsuz uyarıcının ne kadar ara ile verilmesine (bitişiklik) ek olarak, koşullu uyarıcının geldiğini ya da sonlandığını haber verici nitelikte sunulması da gereklidir.
6.Habercilik : Egger ve Miller (1962, 1963) yaptıkları deneylerinde klasik koşullanmanın meydana gelebilmesi için koşullu uyarıcının, kendisinden sonra koşulsuz uyarıcının geleceğine ilişkin haber verici nitelikte olması gerektiğini ortaya koymuşlardır. Yani koşullu uyarıcı(ses) önce, koşulsuz uyarıcı sonra verildiğinde koşullanma meydana gelmektedir. Ses etin geleceğinin habercisi olmakta; böylece köpeği sese koşullamak kolaylaşmaktadır. Aksi durumda ise, koşulsuz uyarıcı (et) önce, koşullu uyarıcı (ses) sonra verildiğinde koşullama ya çok zor meydana gelmekte ya da hiç oluşmamaktadır.
7.Birden Fazla Uyarıcıya Koşullama: Koşullu uyarıcı ve koşulsuz uyarıcı birçok kez birlikte verilerek koşulsuz uyarıcının meydana getirdiği etkiyi, koşullu uyarıcının da oluşturması sağlanır.
8.Gölgeleme: İki koşullu uyarı birlikte verildiğinde ise, koşullama daha çok dikkati çeken uyarıcıya karşı meydana gelmektedir, diğeri ise etkisiz kalmaktadır. Bu duruma gölgeleme adı verilmektedir.
9.Pekiştirme: Klasik koşullanma da pekiştirme, koşulsuz uyarıcının meydana getirdiği etkidir. Koşulsuz uyarıcı pekiştireç rolü görmektedir.
10.Öğrenilmiş Çaresizlik: Seligman, bazı klasik koşullama deneylerini analiz etmiş ve klasik koşullanma deneylerinde organizmanın çaresiz olduğunu ve çaresizliği öğrendiğini ileri sürmüştür.Organizma ne kadar çaba harcarsa harcasın durumu değiştiremeyeceğini öğrenerek pasif kal-makta ve bu pasifliği de tüm istenmeyen durumlara genellemektedir.
Öğrencilerin okulla ilgili duyuşsal özelliklerinin
oluşmasında da klasik koşullanma rol oynayabilir. Bazı öğrencilerin okula,
öğretmene ya da belli bir derse yönelik kaygıları ve yersiz korkuları olduğu
gözlenmektedir. Bunlara okul içi ve dışı yaşantıları sırasında meydana gelen
koşullanmalar neden olmuş olabilir. Örneğin; öğreniminin ilk yıllarında matematik
öğretmenini sevmeyen bir öğrenci, öğretmeni değiştikten sonra da bu dersi
sevmemeye devam edebilir. Okulda arkadaşı ile kavga eden bir öğrenci okula
gitmek istemeyebilir. Bu örneklerden birincisinde öğrencinin asıl olumsuz tepki
gösterdiği obje öğretmen olmasına rağmen, öğrenci matematik dersi ile
öğretmenini birleştirmiş ve öğretmenine karşı duyduğu duyguları derse karşı da
duymaya başlamıştır. İkinci örnekte ise öğrencinin olumsuz tepkisi kavga ettiği
arkadaşına yönelik olduğu halde, olay okulda meydana geldiği için okula gitmek
istememektedir.
2.Ayırt etme: Genellemenin tersidir. Organizmanın koşullanma sürecinde kullanılan koşullu uyarıcıyı diğerlerinden ayırt ederek tepkide bulunmasıdır. Ayırt etme insanlar için değer taşır.
3.Sönme: Klasik koşullanma yoluyla kazanılan davranışlar koşullu uyarıcı-koşulsuz uyarıcı bitişikliği ortadan kaldırıldığı zaman giderek azalır ve kaybolur. Buna davranışın sönmesi denir.
4.Kendiliğinden Geri Gelme: Şartsız uyarıcılar ya da onu çağrıştıran bir uyarıcı zamanla tekrar verildiğinde şartlı tepki yenide ortaya çıkar. Sönen davranışın ya da sönen şartlı tepkinin bu şekilde yeniden ortaya çıkmasına kendiliğinden geri gelme denir.
5.Bitişiklik: Koşullu ve koşulsuz uyarıcıların art arda verilmesi durumuna bitişiklik adı verilmektedir. Koşullanma sürecinde, koşullu ve koşulsuz uyarıcının ne kadar ara ile verilmesine (bitişiklik) ek olarak, koşullu uyarıcının geldiğini ya da sonlandığını haber verici nitelikte sunulması da gereklidir.
6.Habercilik : Egger ve Miller (1962, 1963) yaptıkları deneylerinde klasik koşullanmanın meydana gelebilmesi için koşullu uyarıcının, kendisinden sonra koşulsuz uyarıcının geleceğine ilişkin haber verici nitelikte olması gerektiğini ortaya koymuşlardır. Yani koşullu uyarıcı(ses) önce, koşulsuz uyarıcı sonra verildiğinde koşullanma meydana gelmektedir. Ses etin geleceğinin habercisi olmakta; böylece köpeği sese koşullamak kolaylaşmaktadır. Aksi durumda ise, koşulsuz uyarıcı (et) önce, koşullu uyarıcı (ses) sonra verildiğinde koşullama ya çok zor meydana gelmekte ya da hiç oluşmamaktadır.
7.Birden Fazla Uyarıcıya Koşullama: Koşullu uyarıcı ve koşulsuz uyarıcı birçok kez birlikte verilerek koşulsuz uyarıcının meydana getirdiği etkiyi, koşullu uyarıcının da oluşturması sağlanır.
8.Gölgeleme: İki koşullu uyarı birlikte verildiğinde ise, koşullama daha çok dikkati çeken uyarıcıya karşı meydana gelmektedir, diğeri ise etkisiz kalmaktadır. Bu duruma gölgeleme adı verilmektedir.
9.Pekiştirme: Klasik koşullanma da pekiştirme, koşulsuz uyarıcının meydana getirdiği etkidir. Koşulsuz uyarıcı pekiştireç rolü görmektedir.
10.Öğrenilmiş Çaresizlik: Seligman, bazı klasik koşullama deneylerini analiz etmiş ve klasik koşullanma deneylerinde organizmanın çaresiz olduğunu ve çaresizliği öğrendiğini ileri sürmüştür.Organizma ne kadar çaba harcarsa harcasın durumu değiştiremeyeceğini öğrenerek pasif kal-makta ve bu pasifliği de tüm istenmeyen durumlara genellemektedir.
Okul Öğretiminde Klasik Koşullanmanın Önemi
John Broadus Watson ve Bitişiklik Kuramı
Watson'a göre, doğa bilimlerinde olduğu gibi psikolojide
de yalnız somut ve gözlenebilir davranışlar ölçülebilir. Zihin ya da bilinç
nesnel bir konu değildir ve bu nedenle bilimsel yöntemlerle incelenemez.
Dolayısı ile psikolojinin uğraşı alanı herkes tarafından görülebilen
davranışlar olmalıdır. Ona göre, konuşma boğaz kaslarının hareketleri, düşünme
sessiz konuşma, duygulanma ise organlardaki kas eylemleridir. Watson insanların
içgüdülerle, zihinsel yetenek ve eğilimlerle dünyaya gelmediklerini, dolayısı
ile de, davranışların gerisinde bu tür özelliklerinin bulunmadığını ileri
sürer. Ona göre, davranışlar koşullanma yolu ile öğrenilir. John Watson, eğer
köpek koşullanabiliyorsa insanda koşullanabilir düşüncesiyle yola çıkmış ve
arkadaşı Rayner ile 10 aylık Albert isimli bir bebek üzerinde çalışmışlardır.
Çocuğa beyaz bir fare göstermişler ve o anda yüksek gürültü çıkarmışlar. Bir
süre sonra çocuk fareyi görür görmez ağlamaya başlamıştır. Bu şekilde bebeğe
koşullanma yoluyla korku tepkisi kazandırılmıştır. Daha sonra Albert uyarıcı
genellemesi sonucunda fareye benzer her şeyden, beyaz sakaldan, annesinin
giydiği kürkten, pamuktan korkmaya başlamıştır.
a)Bağ ilkesi
Bu ilkeye göre karmaşık ya da becerili davranışı oluşturan koşullu uyaranla tepki arasında bir bağın oluşması ve bunun zincirleme olarak sürmesidir. Bundan dolayı koşullanmış bir dizi uyarıcı-tepki bağları zinciri oluşmuş olur.
b)Sıklık ilkesi
Belirli bir uyarıcıya karşı daha sık gösterilen bir tepkinin, aynı uyarıcı ile karşılaşıldığında gösterilme olasılığının daha fazla olmasıdır.
Watson öğrenmede pekiştirme ya da ödüllendirmeden söz etmemiştir.
Watson’a göre bir uyarıcıya verilecek tepki, o uyarıcıya karşı en son yapılmış ve en sık tekrarlanmış tepkidir. Örneğin okulda matematik problemi çözmekten zevk almayan bir öğrenci, karşılaştığı benzer bir başka matematik problemini çözmekten hoşlanmamaktadır.
Bu ilkeye göre karmaşık ya da becerili davranışı oluşturan koşullu uyaranla tepki arasında bir bağın oluşması ve bunun zincirleme olarak sürmesidir. Bundan dolayı koşullanmış bir dizi uyarıcı-tepki bağları zinciri oluşmuş olur.
b)Sıklık ilkesi
Belirli bir uyarıcıya karşı daha sık gösterilen bir tepkinin, aynı uyarıcı ile karşılaşıldığında gösterilme olasılığının daha fazla olmasıdır.
Watson öğrenmede pekiştirme ya da ödüllendirmeden söz etmemiştir.
Watson’a göre bir uyarıcıya verilecek tepki, o uyarıcıya karşı en son yapılmış ve en sık tekrarlanmış tepkidir. Örneğin okulda matematik problemi çözmekten zevk almayan bir öğrenci, karşılaştığı benzer bir başka matematik problemini çözmekten hoşlanmamaktadır.
c)Yenilik ilkesi
Belirli bir uyarıcıya karşı yapılan en son davranışın, uyarıcı tekrar edildiği zaman, ortaya çıkma olasılığının daha yüksek olmasıdır. Watson'a göre, her tür öğrenmeyi bu ilkelerle açıklamak olanaklıdır. Ancak Watson'un becerileri koşullu reflekslerin ürünü olarak görmesi kurumsal düşüncelerine yöneltilen temel eleştirilerden birini oluşturmaktadır. Watson, duygusal tepkilerin öğrenilmesi ile de öğrenilmiştir. Ona göre korku, öfke ve sevgi olmak üzere doğuştan gelen üç temel duygusal tepki kalıbı vardır. Akılcı olmayan korkular koşullanma ile ortaya çıkar.
Özetlersek Watson;
- Davranışçı kuramın kurucusu olarak bilinir.
- Öğrenmeyi uyarıcı-tepki bitişikliği olarak açıklamıştır.
- Öğrenmeyi biliş yerine davranışla açıklamıştır.
- Gözlenebilir davranışlar üzerinde durmuştur.
- Bütün davranışların koşullanma yolu ile kazanılabileceğini savunur.
Watson'nun Öğrenmeye İle İlgili Görüşleri
- Klasik koşullanmayı, insanın refleksif olmayan karmaşık davranışlarının öğretilmesinde kullanılabilecek temel bir yapı olarak görmüştür.
- Watson aslında, klasik koşullanmayı meydana gelmiş olan korkuları yok etmek amacıyla kullanmak istemiştir.
Watson'un Öğrenmeye İlişkin Görüşlerinin Eğitim Açısından Doğruları
- Watson’un eğitime getirdiği katkı kısaca katı bir çevreci olarak gerekli çevre düzenlemelerinin yapılması, uygun uyarıcıların verilmesi ile çocuklara istenilen niteliklerinin kazandırılabileceği görüşünün temellerini atmıştır.
- Öğrenmede, istenilen davranışların kazandırılmasında tekrarın önemini benimsemiştir.
- Watson’a göre öğrenme, koşullu ve koşulsuz uyarıcıların birbirine çok yakın zamanlarda verildiğinde meydana gelmektedir. Bunlar ne kadar sık verilirse aralarındaki ilişki o kadar güçlenmektedir.
- Watson öğrenmede bitişiklik ve sıklık ilkelerini kabul etmekte fakat pekiştirmenin gereğine inanmamaktadır.
Skinner ve Programlı Öğretim
Temelinde öğretimin bireyselleştirilmesi vardır. Skinner
Programlı öğretimin kurucusudur. Programlı öğretim Skinner’in pekiştirme ile
ilgili ilkelerinden hareketle ortaya çıkmış bireysel öğretim tekniğidir.
Skinner yaptığı öğrenme deneylerinde ödülü “pekiştirici” olarak kullanmıştır.
Skinner’e göre öğretim tesadüfi olmamalıdır.
Skinner bu tekniği, tüm dünya ülkelerini etkileyen öğrenci
sayısının artışı ve öğretmen yokluğu sorunlarının bir çözümü olarak sunmuştur.
Programlı öğretim öğrencinin öğrenme sürecine etkin
katılmasını, bireysel öğrenme hızına göre ilerleme kaydetmesini ve öğrenme
sonucunun anında kontrol edilmesini sağlayan bir öğretim
tekniğidir.
Özelikle bilgisayar destekli öğretim ortamında farklı
özellikleri ile uygulanmaktadır. Bu yöntem günümüzde programlı öğretimde iki önemli program çeşidi dikkati
çekmektedir. Bunlardan birincisi doğrusal model diğeri ise dallara ayrılan
program modelidir.
Doğrusal Model
Skinner ‘in öğrenmeye ilişkin şartlanma kuramının uygulamaya
konmasında bir araçtır. Bu program modelinde öğrenciye kazandırılacak içerik
‘madde’ diye adlandırılan ‘küçük bilgi ünitelerine’ ayrılarak sunulmaktadır.
Maddede öğrenciye önce bilgi sunulmakta kontrol edilip doğru
ise bir sonraki maddeye geçilmektedir.
Programlı basamağı oluşturan her madde genellikle belli öğelerden oluşmaktadır. Bunlar;
Bilgi bilginin öğrenilip öğrenilmediğini kontrol etmek
amacıyla konulmuş bulunan soru ve cevabın yazılacağı yer, cevap
yazıldıktan sonra öğrencinin ne yapacağını bildiren yönergedir.
Dallara Ayrılan Program Modeli
Kayıp verilmeksizin ve başarısız olunmadan verimin artırılabileceği
üzerinde durmaktadır. Programın temel özelliği verilen cevaba göre değişik
yönlere gidebilmesidir.
Yani; öğrenciye kazandırılacak içerik maddeler bilgi bilginin
öğrenilip öğrenilmediğine ilişkin soru ve soruya ilişkin cevap seçeneği
öğelerinden oluşmaktadır. Eğer soruya doğru yanıt verilmişse bir sonraki
bilgiye, yanlış cevap verilmişse tekrardan bilgilendirici metine yönlendirilir.
Öğretilecek bilgiler bu şekilde öğretilene kadar bu işlemler devam eder.
Skinner’in Pekiştirme İlkeleri
1- Küçük adımlar ilkesi: Bilgi üniteleri, adım adım
öğrenciyi ilerlemeye yöneltecek bir şekilde düzenlenmelidir. Bu adımlar bir
ünitenin öğrenilecek en küçük birimini oluşturmalıdır.
2- Etkin Katılım İlkesi: Her bilgi ünitesi bir ilerleme
aşaması oluşturmaktadır. Bu aşamada bir alıştırma veya bir soru bulunmaktadır.
Soru, verilen bilginin kazanılıp, kazanılmadığını yoklamadan başka bilgiyi
edinmede ve özümlemede de bir araç olmaktadır. Böylece soru bir işlemi, bir
eylemi başlatmakta yani öğrenme olayını sağlamaktadır. Öğrenme işi öğrencinin
kendisi tarafından yapılmaktadır. Böylece öğrencinin etkin katılımı
sağlanmaktadır.
3- Başarı ilkesi: Öğrenciler hep başarmak zorundadır.
Sorular da öğrencilerin başarabileceği güçlük düzeyinde olmalıdır. Güçlüğü
aşmak bir sonraki öğrenmeler için gerekli olan güdüyü oluşturmaktır.
4- Anında düzeltme ilkesi: Öğrenci soruyu cevapladıktan
sonra doğru cevapla karşılaştırmakta böylece kendi kendini kontrol etmekte ve
düzeltme de hemen yapılmış olmaktadır. Anında kontrol pekiştirmenin temel
öğesidir.
5- Dereceli ilerleme ilkesi: İlerleme, aşamalı ve
mantıklı olmalıdır. Yapılacak işlemlerin düzeyi basitten karmaşığa, bilinenden
bilinmeyene, kolaydan zora doğru olmalıdır.
6- Bireysel hız ilkesi: Öğrenci, zamanı kendine uygun
olarak ayarlamaktadır. Başarısızlık veya sınıfta kalma söz konusu değildir.
Böylece sınıf ortamında öğrenciler arasında düzey farklılığının yarattığı
olumsuzluklar da ortadan kaldırılmak istenmektedir. Sınıf geçmede belirli süre
kuralı da geçersiz olmaktadır.